17 Mart 2010 Çarşamba

Önce ‘batan bir gemide’ydi sonra ‘kumsal’da şimdiyse ‘Ada’da...

Yıl 1998... Orta 3’teyiz ve ilk defa bir filme 2 gün önceden bilet almışız. Filmin adı: Titanic... ‘Bebek yüzlü’ Leonardo’ya hepimiz hayranız. Hayran olduğumuz tabii ki yakışıklılığı... Ne yalan söyleyeyim bu filmden 6-7 sene sonra sadece Leonardo ‘nasıl döktürmüş’ görmek için bir filme gideceğim aklıma asla gelmezdi o zaman. Ama yılmadan usanmadan kendini geliştiren, her filminde kendi çıtasını biraz daha yükselten acayip azimli ve yetenekli bir aktör var karşımızda. Adı: Leonardo Di Caprio ama ileride hatırlanacağı film kesinlikle Titanic değil...

Sonunda Oscar’la taçlandırılan, yeteneği ise sinema seyircileri tarafından zaten yıllardır ödüllendirilen yönetmen Martin Scorsese, ‘Mystic River’ ve ‘Gone Baby Gone’ filmlerinin de senaryolarına imza atmış Dennis Lehane’in bir başka kitabını uyarlayarak çektiği yeni filmi Shutter Island’da yine harikalar yaratmış. Filmin Hitchcock filmlerini insana hatırlatan gerilimli atmosferi, oyunculuğuyla beyazperdede devleşen Leonardo Di Caprio’yu barındırması gibi artılarının yanı sıra, dokunduğu politik meseleler de oldukça çarpıcı.

Seyirciyi filmi izlerken saran ‘lütfen film artık çözülsün’ dileği o kadar da çabuk gerçekleşmiyor. Yaklaşık bir yarım saat süren ve sizi film boyunca inandırıldığınız gerçeğin tersine ikna eden Shutter Island, kapanış sekansında son bir ‘gol’ daha atıyor seyirciye ve ‘dur bakalım yok öyle kolaycılık’ diyor adeta. Gerek filmin iki sonunun olduğuna inanlar, gerek yarım saatlik hikayeyle ikna olanlar ve gerek ilk anlatılan öyküden bir an bile şüphe duymayanlar, hikayenin orjinalliği konusunda hem fikirler. Üstünde kafa patlatacağınız ve kafa patlatmaya kesinlikle değer bir film Shutter Island.


İkinci kez izlediğinizde düğümleri çözer mi yoksa düğümler çoğalır mı karar veremediğim Shutter Island sahiden izlenmeye değer bir film. Leonardo Di Caprio’nun ‘batan geminin malı’ olmadığını bir kez daha kanıtladığı bu filmi görün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder