31 Ocak 2010 Pazar

Işığı yakma ben karanlıkta iyiyim!

Kendi kendime verdiğim bir söz var; her sahnesi iliklerime kadar işleyen ‘Çemberimde Gül Oya’ yı izlerken verdiğim bir söz: Çağan Irmak ne çekerse çeksin ne yazarsa yazsın, neye kendinden bir şey katarsa katsın takibinde olmak. Irmak, ‘Ulak’ gibi kimsenin değerini bilemediği bir filme imza attıktan sonra daha da arttı hevesim. Ve tabii ki Karanlıktakiler’i de izledim. Gişeyle aynı dili konuşamadık bu sefer ama ben Karanlıktakiler’i sevdim.

Karanlıktakiler, karanlıkta kalmış, daha doğrusu hepimizin her gün örneklerini görüp de ‘karanlıkta bıraktığı’ karakterlerin hikayesi. Üzerinde düşünmeden ‘deli/garip/ucube’ yaftasını yakıştırmayı pek sevdiğimiz karakterlerin yeri geldiğinde komik, yeri geldiğinde sinir bozucu ve kesinlikle çok gerçek hikayesi. Sesini duyduğumuzda bizim bile sinirlerimizi bozacak kadar başarılı bir oyunculuk sergileyen Meral Çetinkaya’nın ve ‘E-geee-mennn’inin hikayesi.

Birçok kişinin Çağan Irmak’ın filmleri için ‘karakterlerin verilmek istenen mesajı fazla haykırdıkları’ yorumunu yaptıklarını duydum. Bu tarzı sevip sevmemek elbette ki tercih meselesi. Karanlıktakiler için de aynı şeyi Meral Çetinkaya’nın geçmişinde tecavüz sonrası hamile kalmasının ardından aile eşrafının sarf ettiği ‘aile şerefimiz ne olacak?’ lafı için hissetmiş ve rahatsız olmuşlar bu eleştiriyi yapanlar. Oysaki bu Irmak’ın seçtiği bir yol; üstelik kendini her filminde daha da törpüleyerek, eleştirilere son derece değer verdiğini kanıtlayarak, karakterleri daha az bağırıp daha çok şey söyletmeyi başararak kendini ispat ediyor her seferinde. Ve tüm bunların dışında, 'suratına tokat atılmadıkça ne olduğunu anlamayan' Türk toplumunun bir de böyle bağıran bir yönetmene ihtiyacı yok mu?

Irmak’ın Mustafa Hakkında Her Şey’in küçük bir bölümünde seyirciye göz kırparak armağan ettiği ‘gerilimi bol sahneler’ Karanlıktakiler’in en ilgi çekici tarafı bana kalırsa. Başka hiçbir Türk yönetmen Meral Çetinkaya’nın evin önünde mahsur kaldığı sahneyi o kadar etkileyici çekemezdi diye düşünüyorum. Çetinkaya’nın yaşadığı korkuyu adeta koltuğumda hissettim izlerken.

Egemen de annesi de filmin adından anlaşıldığı ve daha önce değindiğim üzere 'karanlıkta' evet ama zaten perdeleri açmaya da niyetleri yok gibi; ikisinin de filmin finalindeki haykırışları ‘ışığı yakma ben karanlıkta iyiyim’ der gibi.

24 Ocak 2010 Pazar

‘ONCE’ MORE...

Sinemayla ucundan kıyısından ilgilenip de ‘Once’ filminin adını duymamak olur mu? Geçen senenin başından beri birçok kişiden duydum ama her zamanki gibi yapılacak o kadar iş vardı ki ‘ilk fırsatta izlenecek filmler’ listemde sağlam bir yer edinmekle yetindi Once... Derken müzik zevkine sonsuz güvendiğim bir arkadaşım elinde cd’yle geldi; belli ki hem müzik hem de sinema açısından son derece tatmin edici bir film beklemekteydi beni.

Filme dair yapılan yorumları okudum; ‘İrlanda’nın sokaklarında kaybolmaktan’ bahsetmiş bazı insanlar, bense kaybolmak ne kelime, uçak bileti bakar kıvama geldim; Hala daha naif, sıcak filmler benim için ‘en güzel’ kategorisinde yer alıyor ama ‘Once’ sadece naif, çıkarsız, yürek ısıtan bir film değil, ‘Once’ aynı zamanda kelimenin tam anlamıyla bir müzik ziyafeti sunuyor insana. Şu satırları yazarken bile ‘When your mind is made up’ ve ‘Falling Slowly’ eşlik ediyor bana. Sadece müzik yaparak daha doğrusu sadece müziğini paylaşarak birini sevebileceğini gösteren, göstermekten öte buna inandıran film ‘Once.’ Hayır kesinlikle naif bir genç kız yada genç oğlan rüyası değil. Sorumluluklarının her zaman bilincinde olan karakterlerin ayaklarının bulutlarla temas etmediği ama size kendinizi bulutlar üstünde hissettiren film Once. Kim bilir hayatımızda kaç kez Glen Hanshord’un sorduğu ‘Do you love him?’ sorusuna Çekçe ‘I love you’ diyen Marketa Irglova’nın verdiği yanıt gibi yanıtlar alıp da anlamamışızdır, kim bilir kaç kere mümkün olmadığını bildiğimiz halde birilerine ‘Haydi benimle gel’ demişizdir ya da demek istemişizidir, kim bilir kaç kez kimsenin gelmeyeceğini bile bile birini ‘beklemişizdir’.

Filmle ilgili en sevdiğim şeylerden biri de karakterlerin adı yok. Sadece müzik yapan, müzik paylaşan müziğin yanında ‘kirlenmemişliklerini’ paylaşan bir kadın ve bir adam var Once’da.

Çağan Irmak için ‘güzel hikaye anlatıyor ve işin kötüsü bizi buna inandırıyor, yok ki böyle şeyler hayatta’ diye yazmıştı birileri. Bense Çağan Irmak'a deyim yerindeyse 'bayılmakla' ve bu yoruma kısmen katılmakla birlikte, diyorum ki ‘Once güzel hikaye anlatıyor ve bunu en gerçekçi, en ‘batan ama acıtmayan’ şekilde yapıyor.’ Hayattan kaç tane Once çıkar biliyor musunuz? Ben de bilmiyorum ama umarım ben yaşadığım sürece onlarcasını görürüm.

9 Ocak 2010 Cumartesi

Bu film ruhu olanlara gitsin: 'Soul Kitchen'

Yazlığı olanlar bilirler... O yazlık günleri kıştan iple çekilir, her sene 1.5-2 ay kalınır yine de yetmez insana, hayatın doya doya aktığı, muhteşem anlardır yazlıkta geçirilen zaman. İşte o anların birinde kulağıma ‘'fısıldandı'’ adı Fatih Akın’ın. Daha doğrusu ‘'Temmuz’da(Im Juli)'nın''. Aradan geçen 7.5 senede ne mutludur ki fısıldamaktan öte adını haykırıyorlar artık Akın’ın. Soul Kitchen işte tam da bu haykırışı ‘yankıya’ dönüştürecek bir film.

Zinos’un en az sevgilisi kadar naif bir aşkla sevdiği restaurantı Soul Kitchen’ı işletirken sevgilisinin başka bir şehre yerleşme kararı alması üzerine hayatında meydana gelen gelişmeleri izliyoruz aslında filmde. Bu gelişmeleri izlerken de her biri ayrı tattaki bir sürü karakterin de içiçe geçmiş ama kesinlikle ‘birbirine geçmemiş’ öykülerine seyirci kalmak sahiden 100 dakikalık nefis bir deneyim.


Çok ama çok keyifli bir ‘'feel good movie'’ydi izlediğim. Aksamayan senaryosu, harika müzikleri, herbiri birbirinden yetenekli oyuncusuyla günümü güzelleştiren pardon günüme ‘harika bir tat katan’ filmdi. Tadındaki ‘'ekşilik'’ (filmde yer alan açıklanamayan bir hapisten kurtulma sahnesi, gerçekleşmesi neredeyse imkansız bir ‘düğme yutma sahnesi’ vb ) normalde yemekten soğutacakken tam da bu yüzden ‘bir tabak daha’ dedirten cinstendi. Soul Kitchen, belki de sadece Birol Ünel’in yemek yapma sahnesi için, Mortiz Bleibtreu’un elindeki kolyeyi çevirdiği sahne için, Adam Bousdoukos’un belini tutarak yürümesini görmek ve Uğur Yücel’in ‘kemik kıran Kemal’le’ sadece 3 dakikada yarattığı hissiyat için bile izlenebilir.

Kısacası Akın’ın çorba niyetine önümüze sunduğu Im Juli’den ara sıcak olarak armağan ettiği Duvara Karşı’ya, ana yemek kıvamındaki ‘Yaşamın Kıyısında’ya harika bir tatlı eşlik ediyor: adı da‘Soul Kitchen’. Soul Kitchen Fatih Akın’ın ‘en tatlı filmi.’