22 Ocak 2011 Cumartesi

Hem Sihirdir Hem Keramet Yakındoğu'da İhanet

Bundan 5 sene öncesi... 33 metrekarelik bir evdeyiz. Çok sevdiğim bir adam çok sevdiğim sesiyle bir hikaye okuyor bana. Daha önce hep telefondan dinlemek nasip olmuştu onu, bu sefer ne mutludur ki aramıza giren bir cızırtı yok...

O, hikayeyi okurken- hatta yaşarken- 'İçimde bıçaklar çeviriliyor, yaşamaya dair başarısızlığım beni çok yaralıyor' gibi nice cümleler dökülüyor ağzından. İşte o zaman tanıştım ben Özen Yula'yla. Sonra da bir yazarı seven her insanın yapacağı şeyleri yaptım; kitaplarını aldım, okudum, oyunlarını izledim.

O hikayeyi bana okuyan adamsa Özen Yula'nın Yakındoğu'da İhanet'i ile seyirci karşısına çıkıyor her Perşembe Galataperform'da. Yine neredeyse 100 yıldır tanıdığım ve çok sevdiğim bir kadınla beraber kurdukları 'biriken' elinden çıkıyor bu 'ihanet.'

Dikkat bu bir uyarı kaydıdır: Oyun hakkında yazan oynayanın yakın arkadaşıdır o yüzden şimdiki satırlarım çok objektif olamayabilir ama sahi kime göre, neye göre şu kullanmayı pek sevdiğimiz objektiflik? İşte Yakındoğu'da İhanet de bunu söylüyor, soruyor sorguluyor. Ne kadar çok gereksiz kelimelerden ibaretiz hepimiz ve ne kadar çok 'tanım'a 'tanımlama'ya 'etiketleme'ye gerek duyuyoruz şu hayatta. Halbuki sadece 300 kelime. 300 kelime yeter hepimize...

'Hepimiz sayılardan ibaretiz' diyor sonra, hiç aklınıza gelmiş miydi? İlkokulda kırılan bir cam ve 'numara' sayısına göre sınıfa dizilen öğrenciler var oyunda. Hepimiz sahiden de numaralardan ibaretiz. Hayat boyu öğretmenlerin, okulların, maaş bordrolarının, Türkiye Cumhuriyeti'nin belirlediği sayılardan ibaretiz.

İnsanların birbirine inanmadan söylediği samimiyetsiz samimi laflar var bir de, intihar etmek üzere olanlara edilen 'Derdin neyse çaresi bulunur' 'Derdini anlatmayan derman bulamaz'dan tutun da 'Oraya geleceğiz ve sana yardım edeceğiz'ine kadar edilen büyük laflar. Hayatımız boyunca duyduğumuz büyük lafları getiriyor akla 'Seni seviyorum' 'Artık hep yanındayım' gibi iyi niyetle kurulmuş ama sonradan büyüklüğü altında ezilinmiş cümleler. Ne tesadüf ki oyunu bir kez daha izlerken bu büyük cümlelerden nasibini almış bir arkadaşım eşlik etmekteydi bana.

Yakındoğu'da İhanet, Okan Urun ve Melis Tezkan'ın kurduğu disiplinler arası topluluk biriken tarafından sergilenmekte ve oyun metnini dinlerken tüm duyguları size geçiren Okan Urun seyirciyi rahatlatarak rahatsız etmekte. Bunun dışında kullanılan video görüntüleri oyuna son derece hizmet etmekte dersem sanırım abartmış olmam. İzlemek isteyenler için: Yakındoğu'da ihanet Galataperform'da. Gerçekten de hem sihirdir hem keramet Yakındoğu'da İhanet.

16 Ocak 2011 Pazar

Eyvah Eyvah yine geldi...

21. yüzyılın ilk 10 yılını geride bıraktık ama hala daha bir sinema filminin ya da tiyatronun PR'ının, reklamının vb yapılmasından rahatsız oluyoruz. Oysa ki en 'bağımsız' filmler bile birilerine ulaşmak için çekiliyor, en 'marjinal(!)' oyunlar birileri izlesin diye sergileniyor. Ulaşılmak istenen ister 10 kişi ister 1 milyon kişi olsun bunun 'duyurulmasının' elzem olduğu fikrinde birleşebiliriz sanırım.

Yanlış anlaşılmasın: Keşfedil(e)memiş, medya tarafından 'kaale alınmamış' bir sürü proje, oyun, film vb bulunduğunu söylemek boynumun borcudur her zaman, hatta bundan şikayet edenlerin haklı serzenişlerini her zaman dile getirdim / getiririm ancak 'eğlence dünyasının' da tıpkı inşaat, kozmetik, FMCG gibi bir sektör olduğunu kabullenme ve bu sektörle ilgili pazarlama çalışmalarına başlama zamanı geldi de geçiyor bile.

Bu konu nereden çıktı diyecek olursanız; Eyvah Eyvah'ın devam filmi için beyan edilen 'Eyvah Eyvah 2 her yerde', 'Aman bıktık off amma reklamını yaptılar şu filmin', 'Reklamı yapılmasa bu kadar tutmazdı' cümleleri neden oldu bu yazıya. Çünkü PR'ının iyi yapılması, filmin arkasında tecrübeli, oturmuş bir ekibin olması ya da şöyle söyleyeyim 'kurumsallaşmış' bir BKM olması bana kalırsa eksi değil kocaman bir 'artı'.

Eyvah Eyvah 2, küfre başvurmadan güldürebilen, bazı sahnelerde gülmekten koltuktan düşüren, Bozcaada, Geyikli manzaralarıyla insanı kendinden geçiren, senaryosundaki eksikliklere rağmen sıcacık hikayesiyle koltuğa çivileyen, harika müzikleriyle sizi başka diyarlara götüren adeta bir 'terapi' filmi. Filmde eksiklikler, cevaplanamayan sorular olduğu doğru ancak filmin 'güldürmek' vazifesini başarıyla tamamlaması nedeniyle pek takılınacak gibi değil. Reklamda göründüğü gibi çıkmadığı için alanın parasını boşa çıkaran bir bulaşık yahut çamaşır makinesi gibi hiç değil. Türk sinemasının son yıllarda çıkardığı fazlasıyla 'eli yüzü düzgün' filmlerden biri olmayı başarmış, bahsi geçtiğinde her sofrada gülümsenerek hatırlanacak bir tatlı huzur filmi Eyvah Eyvah 2. Türk filmi sevmiyorsanız, komedi tercih etmiyorsanız, filmin oyuncularını beğenmiyorsanız bir şey demek de benim üstüme vazife değil ancak belirtmeden geçemeyeceğim: Sadece ve sadece büyük üstad 'Salih Kalyon'u izlemek için bile Eyvah Eyvah 2'ye gidilir.

3 Ocak 2011 Pazartesi

Turist: Johnny Depp ve Angelina Jolie'den başka bir vaadi olmayan film...

Son 2 ayımızı alan bir ödev hazırladık yüksek lisansta: Bir marka seçecek ve bu markanın iletişim çalışmalarını inceleyecektik enine boyuna. İşte bu çalışmada şöyle bir bölüm vardı: Markanın reklamdaki 'vaadi' ve 'vaadin desteği.' Teoriler bu ödevde 'dayatıldığı' gibi işleseydi şayet 'Turist' filminin müthiş bir film olması lazım gelmekteydi. Malum vaadi: usta ve ödüllü bir yönetmenin elinden çıkan başarılı bir 'uyarlama filmi' vaadin desteği ise Johnny Depp ve Angelina Jolie... İzleyende bıraktığı hissiyat ise 'neydi bu şimdi?'

Bundan birkaç ay önce bir sinema dergisinde okumuştum 'Turist' filmini. Aslına bakarsanız 'ünlü oyuncu' olmak dışında hiçbir ortak noktası- özellikle kimyası- olmayan iki oyuncunun arasındaki 'olmamışlık' fotoğraflara bile yansımıştı. Ama yönetmen koltuğundaki isim 'Das Leben der Anderen' filmiyle tanıdığımız Florian Henckel von Donnersmarck olunca, film nispeten başarılı bir filmin yeniden çevirimi olunca, bir de içinde Johnny Depp olunca şüphesiz ki 'şans verilmeliydi.'

Filmin içindeki açıklanması imkansız sahneleri geçtim, Turist'in en büyük olmamışlığının nedeni demin de değindiğim gibi başrol oyuncularının arasındaki kimyanın tutmaması. Bunun dışında gerilim sahnelerinin hiç germediğine, filmdeki 'noir' havanın Jolie'nin yürüyüşü ve mimikleriyle verilmeye çalışıldığına ama başarılamadığına da değinmek lazım tabii ki.

Orjinal filmin (Anthony Zimmer'in) de müthiş parıltılar barındırdığını iddia edemesek de eli yüzü düzgün kategorisinde yerini aldığını rahatlıkla iddia edebiliriz sanırım. Ancak aynı şeyi iki starlı, bol Venedik manzaralı Turist için söylemek ne yazık ki güç. Dolayısıyla bu filme ayıracağınız 100 dakikayı çok daha faydalı bir şeyler için geçirebileceğinizi söyleme hadsizliğinde de buluncağım müsadenizle. Tabii izlenmek istenen Jolie ve Depp'se o karşı çıkamayacağım kadar haklı ve başka bir seçim :)

Filmin en güzel yanının da film biterken çalan Muse- Starlight olduğunu belirtir, kulak pasınızı gidermek için şu linki paylaşmayı bir borç bilirim: